Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve bir anda hemen tüm dünyaya yayılan koronavirüs (COVID-19) salgını, dünya ekonomisini de tehdit etmeye başladı. Son olarak toplam vaka sayısı hızla 400 bine yaklaşırken, virüs nedeniyle yaşamını yitiren insan sayısı da 16 bini geçti.
“HER DEVLET KENDİ ŞARTLARINA GÖRE ÖNLEM ALIYOR”
Bu kadar büyük bir salgının küresel ekonomiye de olumsuz etki edeceği kaçınılmaz bir durum olarak değerlendiriliyor. Şimdiye kadar dünya ekonomisine yaklaşık 28 trilyon dolar kayba neden olan salgının dünya ve Türkiye ekonomisine olan ve olabilecek etkilerini değerlendiren İstanbul Aydın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi ve Finans Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sedat Aybar, her ülkenin kendi teşvik paketini ortaya koymasına dikkat çekerek, “Salgının iktisat üzerindeki ilk etkisi düşünsel kurgu alanında oldu. Devletler, COVID-19’un daraltıcı etkisini aşmak için kendi tarihi toplumsal koşularına uygun ekonomik paketleri devreye soktular. İktisadi entegrasyonun en uç noktası olan Avrupa Birliği üyesi ülkeler dahil COVID-19’a yönelik tedbir paketlerini kendi ulusal kapasitelerine uygun formüle ettiler. Bu nedenle herkese uygun, tarihi ve mekanı olmayan biricik neo-liberal yaklaşım, ülkelerin uygulamaya koydukları teşvik paketlerinin çeşitliliği nezdinde inanılırlığını kaybetti” değerlendirmelerinde bulundu.
HANGİ ÜLKE NE TEDBİR ALDI?
Bu süreçte ABD’nin parasal düzenlemeler üzerinden emisyon hacmi genişlemesini uygulamaya koyduğunu hatırlatan Prof. Dr. Aybar, “Faizler, ABD Merkez Bankası diyebileceğimiz Federal Reserve (FED) tarafından, üst üste gerçekleştirilen olağanüstü toplantılar neticesinde dramatik ölçüde düşürülürken, tüketicilere bin dolarlık çek dağıtılması kararlaştırıldı. İki trilyon dolarlık teşvik paketinin ABD ekonomisini salgının olumsuz iktisadi etkilerine karşı dirençli yapacağı inancıyla hareket edildi” dedi. Fransa’nın şirketler kesimini vergi politikalarıyla koruma altına aldığını, çalışan kesimlere de istihdamı koruyucu tedbirler getirdiğini hatırlatan Prof. Dr. Aybar, “İngiltere istihdam odaklı iktisadi politikayı emek piyasasına doğrudan koruyucu müdahale uygulamasını başlattı. Bunun için 300 milyar Pound’un üzerinde kaynak ayırdığını duyurdu. Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkeler vergi ve kredi mekanizmaları üzerinden kendi koşullarına uygun bazı kurumsal düzenlemelerle krize karşı koyacaklarını gösterdiler” ifadelerini kullandı.
Çin’in de salgının hemen başında benzeri düzenlemeleri uygulamaya aldığını hatırlatan Prof. Dr. Aybar, “Çin, başta en fazla olumsuz etkilenen sektörler olmak üzere vergi indirimleri, kredi geri ödemelerinde ertelemeler ve faizlerin düşürülmesi suretiyle eş anlı talep ve arz cephesi üzerindeki olumsuz etkileri bertaraf etmeye çalışmıştı. Ardından uluslararası kurumlar başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere, krizin süresi ve gelişme dinamikleri üzerine beklentilerini açıklamaya başladılar. IMF krizin iktisadi etkilerinin uzun süreli olmayacağı beklentisini açıklarken OECD daha uzun süreli bir daralma beklendiği tahminini yayınladı. IMF küresel likiditeyi desteklemek için 1 trilyon dolarlık bir paket açıkladı. Küresel talep cephesinden kaynaklanan üretim zincirlerindeki daralma, borsaların düşüşünü, karlılık beklentilerinin olumsuz etkilenmesini ve emtia fiyatlarının aşağı yönlü hareketini getirdi. Bunların arasında bulunan ham petrolün varil fiyatının 20 dolarlar seviyesine gerilemesi sadece jeopolitik sonuçlar açısından değil aynı zamanda küresel iktisadi dengenin kurulma süresinin belirleyicisi olması açısından da önem arz eder durumda” diye konuştu.
“2008 KRİZİNİN HENÜZ GEÇMEYEN ETKİLERİNİ ARTIRABİLİR”
Alınan tüm bu önlemlerin, 2008 küresel iktisadi krizinden olumsuz etkilenen borçlu ülkeleri bu krizden daha fazla borçlanarak çıkarmayı hedeflediğinin altını çizen Prof. Dr. Aybar, “2008 krizi sonrası henüz tam olarak toparlanamamış olan dünya ekonomisinin ve bu söz konusu borçlu ülkelerin daha da borçlanarak bu süreci geçirmesi söz konusu. Bunun da 2021 ve sonrasına yansıması olacaktır. Şirketler kesiminin nakit akışı ve likidite ihtiyaçlarını rahatlatarak durmak noktasına gelmiş olan üretim bandını canlı tutmak istiyorlar. Aynı zamanda kredi mekanizmalarını gevşetip, tüketici ödemelerini vergi ve erteleme politikalarıyla rahatlama yolunu seçiyorlar” şeklinde konuştu.
“NEO-LİBERAL EKONOMİNİN MEVCUT UYGULAMASI BİTECEK”
Salgın kaynaklı kriz sürecinde uygulanan önlemlerin çeşitliliğinin neo-liberal sistemin mevcut haliyle devre dışı kalmasına sebep olabileceğini ileri süren Prof. Dr. Aybar, “Krizin etkisindeki farklılıklar, alınan önlemlerin çeşitliliği, farklı ekonomi politika uygulamaları, devlet müdahalesinin derinliği, bundan sonraki dönemde küresel iktisadi gelişmelerin sürdürücüsü olarak neo-liberal modeli uygulandığı biçimiyle devre dışı bırakacak. İktisadi daralmaya cevap olarak geliştirilen alternatif mücadele yöntemleri rakip iktisadi düşünce sistematiklerinin çekişme alanı olacak” dedi.
TÜRKİYE’DE NE OLACAK?
COVID-19 salgınının Türkiye ekonomisine etkilerini de değerlendiren Prof. Dr. Aybar, salgının Türkiye’ye belli bir gecikmeyle geldiğini ve yayılma seyri ile yaygınlaşma süresinin hala belirsizliğini koruduğunu hatırlatarak, “Türkiye’nin salgının ekonomik etkilerine karşı aldığı önlemler bu yüzden ‘temkinli’ şeklinde adlandırılabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı, yaklaşık 100 milyar liralık tedbirler paketinin, ekonominin arz yönüne ağırlık verdiğini, bu cephenin çok fazla darbe yememesi üzerine kurgulandığını görüyoruz. Şimdi de bu pakete ek olarak talep cephesine yönelik birtakım düzenlemeler getirildi. Elbette tüm bu düzenlemeler, salgının seyrine göre yeniden ele alınacaktır” diye konuştu.
Salgının neden olduğu daralmanın, Türkiye’yi beklenenden daha az olumsuz etkileyebileceğini aktaran Prof. Dr. Aybar, “Ancak dünya genelinde yaşanan salgın nedenli küresel daralma, zamanla Türkiye’yi de olumsuz etkileyebilecektir. Türkiye aldığı önlemler paketine daha fazla daralması beklenen yurtdışı piyasalardaki gelişmeleri de göz önünde bulundurarak cevap verecek iktisadi politikaları da devreye sokmalı. Öte yandan Türkiye’nin salgın nedeniyle IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası ekonomi kuruluşlarıyla bir çalışma içine gireceği ihtimali söz konusu değil” ifadelerini kullandı.